Üretken Sermayenin Uluslararasılaşması ve Afrika’da Rekabet

Makale

Günümüzde bir ülke veya bölgenin ekonomik yapısı hakkında ve özellikle uluslararası iş bölümünde yerini belirleme bir bütün olarak dünya ekonomisinin genel işleyişine ve bu işleyişin sonucu ortaya çıkan fonksiyonlar ve eğilimleri anlamak/açıklamağı gerektiriyor. ...

ÜRETKEN SERMAYENİN ULUSLARARASILAŞMASI VE ULUSLARARASI YENİDEN YAPILANMA SURECİNDE BATI-AFRIKA: EKONOMİK YAPI VE EKONOMİK GELİŞME (1960-1985)-1
Fuat Ercan, 1996

ÜRETKEN SERMAYENİN ULUSLARARASILAŞMASI VE ULUSLARARASI YENİDEN YAPILANMA SÜRECİNDE BATI-AFRIKA: EKONOMİK YAPI VE EKONOMİK GELİŞME (1960-1995)-II
Fuat Ercan, 1998

AFRİKADA KÜRESEL REKABET VE TÜRKİYE
Serhat Orakçı, 2011

MAKALELERİN ANALİZLERİ

Günümüzde bir ülke veya bölgenin ekonomik yapısı hakkında ve özellikle uluslararası iş bölümünde yerini belirleme bir bütün olarak dünya ekonomisinin genel işleyişine ve bu işleyişin sonucu ortaya çıkan fonksiyonlar ve eğilimleri anlamak/açıklamağı gerektiriyor. Dünya ekonomisi gibi soyut ve oldukça genel bir kavram dolayımında çalışmak beraberinde bir dizi ara kavramı gerekli kılıyor, bunlardan biri ve en önemlisi hiç kuşkusuz kapitalizmin bir ekonomik ilişkiler sistemi olarak üzerinde yükseldiği sermaye-birikim kavramıdır. Sermaye birikiminin tarihsel süreç içinde gelişme dinamikleri ve bu gelişme dinamiklerinin temel özneleri olan ekonomik ajanları (insanlar, sınıflar ve daha kendine özgü bir birliktelik olan ulus ekonomiler) üzerindeki etkileri dikkate almak gerekiyor.

Sermaye kavramı canlı bir süreç olarak kapitalist ilişkilerin dile geliş biçimidir ve bu ilişkiler sermayenin farklı sınıf ve kesimleri ve bu kesimler arası oldukça karmaşık ve dinamik sosyal ilinti biçimlerini dile getirir. Bu anlamda sermayeninin uluslararasılaşmasının özü, değer yaratma sürecinin tarihsel ve mekansal olarak genişleyen yeniden üretiminin doğal sonucudur.

Uluslararasılaşma süreci ve uluslararası ekonomik ilişkiler için teorik çerçevenin sermayenin toplam sosyal döngüsünü oluşturan para-sermaye, üretken-sermaye ve ticari-sermayenin uluslararasılaşma süreci üzerinde durmak gerekiyor. Para-sermaye, üretken sermaye ve ticari sermaye, sermaye-değerin üretim ve dolaşım aşamalarında büründüğü biçimlerdir ve bu biçimler sermayeninin genişleyen yeniden üretim sürecinde, hem mekansal olarak hem de içerik olarak genişlemek zorunda. Bu anlamda sermayeninin uluslararasılaşması “sermayeninin çelişkili genişleyen yeniden üretim sürecininin çok önemli bir anı ve özünde sermayeye içsel olan“ bir süreçtir.

Sermayenin genişleyen yeniden üretiminde uluslararasılaşmanın gerçekleştiği ilk aşama ticari sermayenin uluslararasılaşmasıdır. Ticari sermayenin uluslararasılaşmasının iki önemli ekseni var; ilki üretilen metaların pazarda paraya dönüştürülmesi daha çok rekabetçi kapitalizm denen aşamada belirginleşen ticari sermayenin uluslararasılaşması, özünde kapitalist üretimin özünde bulunan aşırı üretim eğiliminin sonucunda ülke içi pazarın doyması sonucu üretilen malların yurt dışında satılması zorunluluğundan kaynaklanmakta. İkinci olarakta kapitalist üretim teknikleri ile üretim hacminde gözlemlenen muazzam artış beraberinde uluslararası ticaretin ve dolayısıyla ticari sermayenin önemini ve gücünü artırmıştır. Dünya para sistemi ve ülkelerin birbirleri ile daha çok ticaret dolayımında ilişkiye girdikleri bu dönemde ticaretin sağlıklı devamlılığı için bir yandan ticaret için serbesite savunulurken diğer yandan metaların ülkeler arasında karşılıklı alınıp satılması için kullanılan paranın hem ödeme aracı hem de ortak ölçü olma özelliklerinin savunulması ve bunun altın-para sistemi ile gerçekleşmesi bu anlamda birbiri ile ilişkili olgulardır.

Sermayenin yeniden ve genişleyen üretiminin ticari-sermayenin yarattığı uygun birikim koşullarının sonucu ortaya çıkan sermaye fazlası ile birlikte uluslararasılaşma yeni bir aşamaya ulaşmıştır, para-sermayesinin uluslararasılaşması. Para-sermayesinin uluslararasılaşmasında temel etken, erken endüstrileşen ülkelerde sermaye fazlasının artan miktarı beraberinde, bu sermayeye sahip olanları dünya ölçeğinde yeni karlılık koşullarını aramaya yönelmesi olmuştur.

Sermayenin uluslararasılaşmasında bir diğer aşama üretken-sermaye döngüsünün uluslararasılaşmasıdır, özellikle 1960'larda başlayan ve 1970'lerle birlikte gerek üretimin yer değiştirme süreci, gerekse üretimin gelişen teknoloji sayesinde parçalara ayrılabilirliğinin yanı sıra ulaşım maliyetlerinin ucuzlaması beraberinde üretim faaliyetini ve dolayısıyla üretken sermayenin hızla uluslararasılaşmasına neden olmuştur. Üretimin artan uluslararasılaşması ile birlikte, üretim için gerekli işgücü ve üretim araçlarının temin edilmeside uluslararasılaşmıştır.

Günümüzde uluslararası sermayeyi ya da kapitalist emperyalizmi tanımlayan ikili ilişki (dyadic) olmaktan çok üçlü (triadic) ilişki tanımlamakta ve bu anlamda Büyük hacimli firmalar sermayenin bu üç ayrı döngüsünde ayrı ayrı uzmanlaşmaya gittiği yani, firmalar üretim sürecini sürdürürken (üretken sermaye), bankalar yatırım için para sağlamakta ve ticaret şirketleri ise üretilen malların pazarlamasını yapmakta.“ Sermayenin üç farklı görünümünü kendi içinde toplayan büyük kapitalist firmalar, doğal olarak hareket alanlarını hızla genişletme eğilimi içine girdiği için, süreç bir bütün olarak tam dünya ölçeğinde gerçekleşmeye başlamıştır ve süreç içinde üçlü döngüyü içinde toplayan firmalar karlılık oranlarını artırırken, bu üç döngüyü etkin bir şekilde içselleştiremeyen birimler kapitalist rekabet sürecinde artan oranda elenmeye başlamışlardır. Dünya kapitalizmini tanımlayan ve gittikçe finansal dünyanın artan önemi bu üçlü birliğin artan merkezileşmesi ve yoğunlaşması ile yakından ilişkilidir.

Geriye doğru baktığımızda 1960'ların ortasında çok önemli bir gösterge (merkez kapitalist ülkeler açısından) Batı-Avrupa, Japonya ve ABD'de ihracatta bir azalma ve ithallatta bir artışın varlığı gözlemlenmekte. Merkez kapitalist ülkeler açısından gözlemlenen bir diğer önemli 136 gelişme bu ülkelerde üretimin yapısında gözlemlenen değişimlerdir. Özellikle sanayi üretiminde 1950-70 arasına göre önemli orandaki düşüşler ile artan işsizlik ve enflasyon 1970 sonrası gelişmelerin en önemli göstergeleri olmuştur. Sanayi üretiminde gözlemlenen ve bütün merkez kapitalist ülkeleri içeren azalma beraberinde ülkelerin GSMH'ının düşmesine neden olurken, bu değişkenleri işsizlik ve artan enflasyon izlemekte. Merkez kapitalist ülkelerde gözlemlenen yukarıdaki değişmelerin en önemli nedeni hiç kuşkusuz üretken sermayenin uluslararasılaşması ve sermaye birikimi için uygun sosyal-ekonomik şartlar sağlayan ekonomilere/uluslara kaymasıdır.

Üretken sermayenin uluslararasılaşmasında en önemli değişkenlerden biride teknolojik gelişmenin artan hızı bir yandan üretim sürecini farklı aşamalara ayırıp farklı yerlerde üretilmesini mümkün kılarken, diğer yandan farklı aşamalara ayrılabilen üretimin kendisi ise geliştirilen teknolojiler sayesinde daha az uzman emekle üretilebilinir kılınmıştır. Üretimin farklı aşamalara ayrılabilme özelliği ile birlikte üretimin çok daha yoğun uzmanlık istediği alan yani tasarım ve teknolojik yenilikler kısmı daha çok mekansal açıdan merkez ülkelerde gerçekleşirken, üretim için sadece insan emeğine ihtiyaç duyulan herhangi bir özel beceri istemeyen kesimler daha çok ucuz-emek ve diğer yatırım kolaylıklarını sağlayan ülkelerde gerçekleşirken, üretim için gerekli ara parçaların bir kısımda teknolojik açıdan belirli bir aşamaya gelmiş ülkelere kaydırılmıştır.

Çevre ülkelerini tanımlayan ithal ikamesine dayanan kalkınma politikaları, 1970'lerle birlikte bir yandan tamamen ülke içi dinamiklere bağlı olarak bir dizi çelişki ve bunalımın artık iyice belirginleşmesine neden olurken, diğer yandan sermayenin yeni esnek birikim tarzına cevap vermediği oranda bu ülke ekonomileri artan oranda krize girmişlerdir. M.Landsberg'in özetlediği gibi ithal ikamesine dayanan kalkınma 1970'li yıllarla birlikte, 1-Kitlelerin artan yoksullaşması, 2-Sınırlı sanayileşme, 3-Buyurgan bölgesel eşitsizlikler, 4-Ekonomiyi sürdüremeyecek ölçekte dış borçlanma“ ile sonuçlanmıştır.

Tüm bu gelişmeler sonucunda Dünya Bankası başkanı A.W.Clausen'in bilinen açıklaması ile “İkili Kuzey-Güney dünya modeli uzun süreden beri yararlı değil ve aşırı bir basitleştirme olarak yaşanan gerçekliği anlamayı zorlaştırdığını“ ve yeni durumu “çok kutuplu bir ekonomisi olarak algılamanın“ daha anlamlı olduğunu belirtmiştir. Çok kutuplu dünya ekonomisi ya da bizim terminolojimizle dünya kapitalizmi spekülatif mantığı dolayımında bir dizi eşitsizliği beraberinde getirmiş ve ekonomik yeniden yapılanma bu anlamda ülkeler arasında ve daha da önemlisi ülke içi sınıfsal yapılarda farklı etkilere neden olmuştur. Bu anlamda ülke ekonomileri açısından dünya kapitalizminin olumsuz etkilerinden en çok etkilenen ülkelerden biri Batı-Afrika olmuştur.

Kapitalizmin dünya ölçeğinde gelişme eğilimlerinin başlangıcından itibaren Afrika'nın uluslararası iş bölümü/hiyerarşisi içindeki konumu Helleiner'in anlamlı bir şekilde vurguladığı gibi “çevrenin çevresinde yer alma’’ seklinde olmuştur. Tarihsel olarak Afrika'nın çevreleşme sürecini Samir Amin dönemlere ayırarak ele alır. Pre-merkantilist dönem bu dönemlerden ilkini oluşturmakta. Bu dönemde Eski Dünyanın bütünü için Yukarı Senegal ve Ashenti temel altın kaynağı arz merkezi oluyor.“ Gelişmekte olan Avrupa merkantilizmi ile birlikte Fernand Braduel'in vurguladığı gibi bu değişimi Arap ve Batı-Afrika bölgesinin düşüşü ile bu toplumların gerçekliği ‘’ticaret üzerine kuruluyor.’’

Merkantilist dönem ikinci dönemdir. Merkantilist dönem XVII.yy'dan 1800e dek uzanır. Bu döneme köle ticareti damgasını vurmuştur“. Köle ticareti ile birlikte bu dönemde iki belirleyici unsur görülüyor: 1) feodal ilişkilerin çöküşü sonucu parçalanma, 2) parasal zenginliğe dayanan bir anlayışın ortaya çıkması.

Bu dönemde Batı Avrupa'nın yeni çevre ülkesi olan Amerika için gerekli olan emek ihtiyacı, Afrika'dan sağlanıyordu. Özellikle Batı-Afrika'da önemli miktarlara varan bir köle ticareti başlamıştır. Yaratılan eşitsiz mekansal organizasyon, Frank, ticaret üçgeni olarak adlandırılmıştır. Asya, Afrika ve Amerika'yı içine alan bu üçgen genişleyen Avrupa merkezli sermayeye, hammadde, emek ve pazar olanakları sağlıyordu. İlişkinin örgütlenmesi oldukça rasyonel (Batı- Avrupa sermayesi için) Batı görece gelişmiş olan Asya'dan belirli malları alarak bu malları Afrika ve Amerika'ya ihraç ediyor (re-exportation). Asya malları ile yüklü gemiler Afrika'ya uğrayarak, bu malları siyah ve köleleştirilecek insanlar karşılığında değiştiriyor ve insanlar da aynı gemilerle Amerika'ya götürülüyor ve burada büyük plantasyon sahiplerine satılıyorlardı. Ticaretten elde edilen kârlar İngiltere'de sermaye birikiminin temel kaynağı oluyordu ki, bu aynı zamanda İngiltere'de gerçekleşen Endüstri Devrimi'nin finansını sağlamıştı.“

Üçüncü dönem, kapitalist dünya ekonomisi ile bütünleşme dönemidir. Bu dönemi tanımlayan başlıca unsur, merkez ülkelerle hammadde ve tarımsal üretime dayanan bir ticaret, eşitsiz değişim sürecinin başlamasıdır. Bu aşama, ticari sermaye döngüsünün uluslararasılaşması dönemine tekabül ediyor. Bunun iki farklı düzeyde iki önemli etkisi olduğunu belirtmek gerekir, bu bir yandan erken endüstrileşen toplumların toplam sermaye döngüsü içinde ticari sermayenin ulusal sınırları aşarak uluslararasılaştığını gösterirken, diğer yandan ilişkiye girilen ülkelerde de ticari sermayenin ulusal düzeyde etkin olmaya başlaması ve bu anlamda yeni ara sınıfların (komprador) oluşması anlamına geliyor.

Dördüncü aşama, bütünleşme sürecinde uluslararası sermayenin tekelci aşamasında büyük ve organize bir güç olarak ucuz işgücü ve doğal kaynakların sömürüsüne dayanan ilişkiler gelişiyor. İthal ikamesine dayanan kalkınma politikalarının özünde, azgelişmiş olan ülkelerde kapitalist ilişkilerin gelişmesi için gerekli altyapı donanımının hazırlanması anlamında bir içeriği vardır. İthal ikamesi kapitalizmin bir ekonomik sistem olarak var olabilmesi daha da önemlisi kapitalist ilişkiler için gerekli bir pazarın oluşturulması yönünde politikaları içerir. Pazarın gelişmesi ise bir dizi hukuksal değişiklikler üretim ve pazar için bir dizi alt yapı yatırımları (ulaşım, haberleşme, demir-çelik fabrikaları vb.) ve bunların hızla gerçekleşmesi için planlı bir şekilde uygulamaya sokulması, ithal ikamesine dayanan kalkınma politikalarının temel değişkenleri olmuştur. Savaş sonrası bir dizi Afrika ülkesinde ithal ikamesine dayanan uygulamalar başlamış ve bu aşamada daha çok fason üretime dayanan bir gelişme gerçekleşmiştir. Bu gelişme daha ayakları üzerinde yükselmeden 1960'ların ortasında bir dizi bunalımla karşılaşmaya başlamıştır. Özellikle iç pazarın yetersizliği ve gelişme için gerekli girdi mallarına bağımlılık, her geçen gün bu ülkeleri daha da bağımlı hale getirmiştir.

İthal ikamesine dayanan kalkınma politikalarının 1970lerden itibaren tüm azgelişmiş ülkeler açısından bir dizi bunalıma girmesi beraberinde bu ülkeler için yeni olasılıkları gündeme getirmiştir bu olasılıklar genel hatlarıyla iki başlık altında toplayabiliriz: 1) ihracata dayalı gelişme politikaları ya da, 2) uluslararası sistemden belirli ölçüde dışlanma, ekonomik marjinalizasvon.

İlk olasılık üretken sermayenin uluslararasılaşma aşaması sürecine çevreden gösterilen uyumlu ve sistemin bütünsel mantığı açısından başarılı olmanın ölçütü olarak kabul ediliyor. Bu aşamada bir dizi ülke yerel (ya da moda deyimle local) olanakları harekete geçirerek uluslararası üretken sermaye döngüsüne bir yerinden eklemlenebiliyorlar. Gelişmekte Olan Ülkeler olarak adlandırılan bu ekonomiler, aslında dünya ölçeğinde ancak bir elin parmakları kadar bile değildirler.

Afrika'da 1980'li yıllarla birlikte gözlemlenen ekonomik ve toplumsal açıdan olumsuz eğilimler aynı zamanda bu kıtanın yoğun olarak stabilizasyon ve yapısal uyum politikalarının yaşama geçirildiği yıllar olmuştur. İhracata yönelik sanayileşme yönünde önemli atılımlar gösteren Fildişi Sahilleri'de dahil kıta 1980'lerden itibaren yoğun bir şekilde yapısal uyum politikalarını uygulamaya yönelmiştir. Yapısal uyum programlarının kaçınılmaz olduğu bu kıtada, kaçınılmazlığın nedeni ise bu ülkelerin artan borç bağımlılığı ile birlikte içine girdikleri krizdir. OECD'ye ait bir çalışmada yapısal uyum paketini kabul etmek ya da etmemek arasındaki ilişki ilginç bir mantık dolayımında ele alınmıştır. Yapısal uyumun yokluğu hükümetin kamu bütçesi, para ve döviz politikalarındaki küçük ölçekteki sınırlamayı bile kabul etmeme anlamına gelirken, yapısal uyum politikalarının anlamı ise yapısal uyumun uygulanmadığı koşullarda gerçekleşmeyen etkinlik ve eşitlik anlamına geldiği“ belirtilmiş. Yapısal uyum programlarının tek tek uygulamaya sokulması ile birlikte kıta da korkunç ikiz“ olarak tanımlanan DB ve IMF'nin etkisi son 25 yıl içinde en üst noktaya varmıştır. Neo-liberal yönelimli yapısal uyum programlarının Afrika için ilk elden formülasyonu 1980 yılında DB'nın Elliot Berg'e hazırlattığı plan olmuştur. S.Amin'in değimi ile bu plan sermayenin dünya ölçeğinde maksimum etkinliğini“ sağlayacak bir içeriğe sahipti. Bu içerik ise yine yazarın vurguladığı gibi yetkililerce kısa sürede kabul gören resmi anlayışı yansıtan bir politikaya dönüşmüştür.

Yapısal uyum programını tanımlayan temel değişkenleri üç başlık altında toplayabiliriz; (1)-Ticari reform (ithalat ve ihracata ilişkin kısıtların kaldırılması), (2)-Yabancı direkt ve portfolyo yatırımlara ilişkin kısıtların kaldırılması (bürokratik engellerin en aza indirilmesi, yabancıların mülkiyet haklarının garantiye alınması vs.) (3)-Ülke içi liberalizasyon (kamusal harcamaların kısıtlanması, girişimci yönelimli bir eğilim, piyasaya ilişkin düzenlemelerin kaldırılması, faiz oranlarının serbest bırakılması vs.).
Afrika kıtası uygulanan yapısal uyum politikalarının sonucunda günlük yaşam ekonominin belirleyiciliğine girmiş ve artık kalkınma bir yana yaşamın sürdürülebilirliği temel amaç haline gelmiştir. K.Watkinson'un vurguladığı gibi marjinalleşen Afrika “üçüncü dünyanın içinde üçüncü dünya“ konumuna düşmüştür. İnsanların aşırı yoksullaşması, açlık ve işsizlik yaşamın normal bir uzantısı olmuştur. Kıtada çocuk ölüm oranında da büyük artış olmuştur. Diğer yandan sağlık hizmetlerinden yararlananların bu hizmete karşılık ödeme yapma zorunluluğu getirilmesi sağlık problemini çok daha içinden çıkılmaz hale sokmuştur (örnek olarak Ghana, Nigeri, Nijerya, Zaire vs.). Özellikle kamu harcamalarının önemli ölçüde kısıtlanması ya da en azından sosyal refah devletini tanımlayan harcamalara getirilen kısıtlamalar, sağlık ve eğitim gibi alanlara yeteri kadar kaynak aktarılamamasını gündeme getirmiştir. Kıtada yaşayanların yarısına yakını, 220 milyon insan açlık sınırında bir yoksulluk yaşamakta. Yoksulluk ve açlık kıtada salgın hastalıkların artmasına yol açmış, kolera, malarya gibi salgın hastalıklar büyük miktarlara varmıştır. Küreselleşme ideolojilerinin hemen hemen hiç yer vermedikleri bu olgular, kalkınma iktisadının boşa çıkan umutlarından sonra, yapısal uyum programlarının dışa yönelik sanayileşme politikaların yaydığı umudun da boşa çıktığını göstermekte. Sağlık açısından gözlemlenen olumsuz eğilim eğitimde gözlemleniyor. Bir yandan eğitim için kamu harcamalarından yapılan kısıtlamalar, diğer yandan eğitime ilkokula varana kadar eğitim harçlarının konması (örnek olarak Zambia, Mali, Togo vs.), ve daha da önemlisi ekonomik güçlük içinde olan ailelerin çocuklarını küçük yaşlarda kazanç getirici işlere vermeleri eğitimi olumsuz yönde etkilemiştir.

Tarihsel olarak yapısal bir dizi olumsuzluğu içinde taşıyan Afrika ülkelerinde 1980lerle birlikte bağlayan yapısal uyum programlarının olumsuz etkilerinden bir diğeri, ise kırsal alanlarda yaşanan yoğun yoksullaşmaya bağlı olarak kentlere göçün hızlanması ve kentleşmenin çok daha problemli bir biçim almasına neden olmuştur. Kırsal alanlardan kentlere göçün hızlanması diğer yandan neo-liberal programların temel değişkeni olan ücretleri yeniden kontrol altına alma yönündeki politikalarla birleşince, kentsel alanlarda muazzam boyutlara varan enformel iş ve enformel istihdam olgusu belirleyici bir değişken olmuştur.

Eğitim, sağlık, çalışanlar üzerindeki olumsuz özelliklerin ötesinde, yapısal uyum programları doğal çevrenin hızla yok edilmesine yol açmıştır. Altvater'in anlamlı çalışmasında vurguladığı gibi İMF ve DB'nında etkin politikaları dolayında dış borçların ödenmesi için doğal kaynaklar hızla tüketilmeye başlanmıştır. Fakat yaşam ortamının esas zarar görmesinin temelinde çok uluslu şirketlerin uluslararası üretim faaliyetlerini özellikle kirli endüstrilerini piyasa özgürlüğünün varlığında bu ülkelere aktarması yatmakta. Özellikle yoksullaşma ile birlikte gelen düşük ücretler emek ve hammadde olarak doğanın hızla ve hoyratça tüketilmesine neden olmuştur.

Yapısal uyum programının olumsuz etkilerini en çok yüklenen bir diğer kesimde kadınlar olmuştur. F.Stewart, kadının üretici olarak, evi organize edici olarak, anne olarak ve iş sahibi kadın olarak yapısal uyum programlarından en fazla etkilenen kesim olduğunu belirtir. Hane halkının gelirinde gerçekleşen düşüşler kamu hizmetlerinden yararlanan öder ilkesinin liberalizmle gündeme gelmesi ile birlikte kadınlar artan oranda üretim sürecine katılmakta. Üretim sürecine katılan kadınların evde yeniden üretim işlevlerini de üstlenmesi ile birlikte yükü daha da artar.

Devamı için tıklayınız. 
 
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2809 ) Etkinlik ( 228 )
Alanlar
TASAM Afrika 80 654
TASAM Asya 100 1131
TASAM Avrupa 23 658
TASAM Latin Amerika ve Karayip... 16 67
TASAM Kuzey Amerika 9 299
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1412 ) Etkinlik ( 56 )
Alanlar
TASAM Balkanlar 24 297
TASAM Orta Doğu 25 627
TASAM Karadeniz Kafkas 3 297
TASAM Akdeniz 4 191
Kimlikler ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1307 ) Etkinlik ( 78 )
Alanlar
TASAM İslam Dünyası 58 786
TASAM Türk Dünyası 20 521
TASAM Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2063 ) Etkinlik ( 84 )
Alanlar
TASAM Türkiye 84 2063

Afrika 2063 Ağı İstişare Toplantıları’nın üçüncüsü, “Stratejik Araştırma, Ağ ve Kapasite Geliştirme” ana teması ile 18 Haziran 2025’te saat 13.00’te çevrimiçi olarak gerçekleştirilecek.;

TASAM Afrika Enstitüsü öncülüğünde 2022 yılında oluşturulan Afrika 2063 Ağı; faaliyet amaçları kapsamında “Afrika 2063 Vizyonu, Temel Hedefler ve Türkiye“ ve “Afrika Çalışmalarında Stratejik Dönüşüm, Yeni Normaller ve Çok Boyutlu Rekabet“ temaları ile gerçekleştirilen ilk iki istişare toplantısının ...;

Son zamanlarda tüm gözler Güney Asya'da olsa da, Türkiye ve dünya genelindeki iş dünyası için Güney Asya ve Hint Okyanusu bölgesindeki gelişmeleri takip etmek hâlâ önemlidir. Bu bölge, küresel ticaret ve tedarik zincirleri açısından büyük bir öneme sahiptir.;

1989 yılında askerî darbe ile iktidarı ele geçiren Ömer El Beşir, 2019 yılında bir başka askerî darbe ile devrilirken, bu süreçte birlikte hareket eden Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) ile Hızlı Destek Güçleri (RSF) arasındaki görüş ayrılıkları, ülkeyi 15 Nisan 2023 tarihinde iç savaşa sürüklemiştir.;

Afrikalı gözlemciler, Donald Trump'ın ilk döneminde olduğu gibi ABD'nin kıtaya olan ilgisinin sınırlı kalacağını öngörürken, Trump’ın başkanlık görevini devralmasının hemen ardından ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) ve Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesine yönelik imzaladığı kararnameler, olum...;

Bu makale, Afrika kıtasının tarihsel süreç içerisinde sömürgeleştirilmesi, bağımsızlık hareketleri ve günümüzde karşı karşıya olduğu ekonomik ve politik dinamikleri ele almaktadır. Ayrıca Afrika'da sömürge döneminden önce de medeniyetlerin var olduğu, yani medeniyetin kıtaya Batılı devletler sayesin...;

Günümüzde bir ülke veya bölgenin ekonomik yapısı hakkında ve özellikle uluslararası iş bölümünde yerini belirleme bir bütün olarak dünya ekonomisinin genel işleyişine ve bu işleyişin sonucu ortaya çıkan fonksiyonlar ve eğilimleri anlamak/açıklamağı gerektiriyor. ;

Fildişi Sahili'nden Nijerya'ya dek Batı Afrika'da pek çok siyasi sorun, istikrarsızlık ve kanlı çatışmalar yaşanmaktadır. Askeri darbeler, diktatörlükler, açlık, AIDS, terörizm, insan kaçakçılığı gibi sayısız sorun günümüzde Batı Afrika'nın kökleri oldukça geriye giden bir sorununa dayanmaktadır: sö...;

Afrika 2063 Ağı | İstişare Toplantısı 3

  • 18 Haz 2025 - 18 Haz 2025
  • Çevrimiçi - 13.00

5. Türkiye - Afrika Savunma Güvenlik ve Uzay Forumu

  • 04 Kas 2022 - 04 Kas 2022
  • Ramada Hotel & Suites by Wyndham İstanbul Merter -
  • İstanbul - Türkiye

2. Türkiye - Afrika Savunma Güvenlik ve Uzay Forumu

  • 07 Kas 2019 - 08 Kas 2019
  • CVK Park Bosphorus Oteli -
  • İstanbul - Türkiye

İstanbul Güvenlik Konferansı 2019

  • 07 Kas 2019 - 08 Kas 2019
  • CVK Park Bosphorus Oteli -
  • İstanbul - Türkiye

1. Türkiye - Afrika Savunma Güvenlik ve Uzay Forumu

  • 07 Kas 2018 - 09 Kas 2018
  • Elite World Europe Hotel, İstanbul -
  • İstanbul - Türkiye

Çatışma Çoçukları Programı

Program’ın koordinatörlüğünü TASAM çatısı altında kurulan Milli Savunma ve Güvenlik Enstitüsü üstlenmektedir. STK

  • 2021

Gündem 2063, Afrika'yı geleceğin küresel güç merkezine dönüştürecek yol haritası ve eylem planıdır. Kıtanın elli yıllık süreci kapsayan hedeflerine ulaşma niyetinin somut göstergesidir.

Orta Doğu coğrafyası, 2010 yılının aralık ayından bu yana Tunus ile başlayan, günümüzde de tüm şiddetiyle Suriye’de devam eden devrim süreçlerinin etkisiyle hızlı bir değişim ve dönüşüm iklimine girmiştir.

Yemen, Coğrafi konumu itibarıyla kızıl denizin Hint Okyanusu’na açıldığı kapıdır. Afrika boynuzu ile birlikte Bab’ül Mendeb boğazının doğu kıyısında yer almaktadır. Yeryüzünde denizler üzerinde seyreden malların p gibi büyük bir oranı Süveyş kanalı, Kızıl Deniz ve Aden körfezinden geçtiği düşünülürs...

Somali Cumhuriyeti; Afrika’nın doğusunda yer almakta olup Afrika Boynuzu olarak adlandırılan ve dünya gündemine açlığın, kıtlığın ve bulaşıcı hastalıkların yol açtığı felaketler nedeniyle sık sık gelen bir bölgede konumlanmış durumdadır.

Uzun yıllar boyunca Liberya meselesi, dünya gündemini meşgul eden bir konu olmuştur. Yaşanan İç Savaş boyunca sıklıkla çatışmalar ve ölümlerle anılan ülkenin günümüzde yeniden dirilme mücadelesi vermesi, diğer aktörler tarafından dikkatle izlenmektedir.

Afrika’nın batısında bulunan Benin Cumhuriyeti, kuzey batıda Burkina Faso Cumhuriyeti, kuzey doğuda Nijer, doğuda Nijerya, batıda ise Togo ile komşudur. Benin’in bu 4 ülkeyle toplam 1989 km sınırı vardır. Bu sınırlardan en uzunu Nijerya ile olan 773 km’lik sınırdır.

56.785 km²’lik yüzölçümüne sahip olan Togo Cumhuriyeti, Batı Afrika’nın orta - güney kıyısında yer alır. Togo Cumhuriyeti’nin doğusunda Benin Cumhuriyeti, kuzeyinde Burkina Faso, batısında ise Gana yer alır. Togo’nun, Benin Körfezi’ne, bir diğer şekliyle belirtmek gerekirse Atlas Okyanusu’na da kıyı...

Gana Cumhuriyeti, doğusunda Togo Cumhuriyeti, batısında Fildişi Sahilleri, kuzeyinde Burkina Faso ve güneyinde Atlas Okyanusu ile Afrika’nın batısında yer alır. 238.537 km²’lik yüzölçümüne sahip olan Gana’nın, komşularıyla 2.094 km’lik kara sınırı vardır. Gana’nın; Togo ile 877 km, Fildişi Sahilleri...
OSZAR »